Çeşitli seyahatlerde, türlü gezilerde ve lezzetli sofralarda defalarca bulunduğumuzdan
mütevellit böylesi ismi-cismi pek duyulmamış bir coğrafya beklentimiz pek
düşüktü haliyle.
Ama öyle olmadı..
Bu defa farklı bir anlatım biçimiyle, günlük ayrıntılardan ziyade anlık
keyif diyarlarına gireceğim, hanımefendiler ve beyefendiler ve güzel çocuklar;
Thassos başlıyor..
Pek değerli hayat yoldaşım ile resmi takvime göre 5.yılımıza girmeye
niyetlendiğimiz şu günlerde dudaklarından bir fısıltı ile başladı herşey; Thassos diye bir yer varmış, duydun mu sen
hiç?
Hızlıca giriş yapıyorum, edebiyat değil aksiyon lazım;
Adaya ulaşım 3 yoldan sağlanıyor;
1-Arabayla gitmek; İstanbul-Thassos arabayla vapur dahil 6 saat sürüyor..
İlk kural - Aracınız için triptik belgesi ismi verilen araç sigortası
yaptırıyorsunuz(60 euro-bunu tüm sigorta şirketleri yapıyor),
İkinci kural – Ehliyetinizi yeniletiyorsunuz, bunun için emniyet
müdürlüğünde bazı işlemler yapmak gerekiyor.
Bu kadar, yanlış duymadınız, sadece bu kadar.
Eğer klasik ehliyetiniz varsa ve yeniletmiyorsanız yaklaşık 500 TL verip 15
günlük saçma sapan bir belge alıp ta sınırı geçebilirsiniz ama bunu seçmezsiniz
herhalde. Yani ehliyetinizi yenileyin, paşa paşa gidin.
2-Otobüsle gitmek; Çok ekonomik ama zahmeti bol, bence hiç bulaşmayın. Zira
adaya feribotla geçmek için en makul liman Keramoti kasabası, otobüsler burada
sabah saat 04 civarı durduğu için şaşkın ördek gibi kalabilirsiniz.
3-Uçakla Selanik’e gitmek ve orada araba kiralamak; Belki maliyet olarak en
fazla bu olabilir ama en güvenli ve en eğlenceli seçenek bu gibi duruyor. Gerçi
maliyetler genel olarak gayet komik olduğu için rakam çok göz önüne gelmiyor.
Bizim ehliyetlerimiz yeni olmadığı için ve yenilemek için prosedürler ile
uğraşmak istemediğimiz için bu yolu tercih ettik.
Selanik havaalanı gayet küçük ve samimi bir alan, aracımızı teslim alıp
yaklaşık 2,5 saatlik Kavala-Keramoti yolculuğumuz başladı. Kavala ortalama bir
ege kasabası, alışveriş için pek uygun değil ama mola vermek için ideal bir
yer, şehri baştan başa gezdik.
Kavala’dan Thassos’a günde yaklaşık 3 feribot seferi var ve uzun sürüyor ve
oldukça pahalı. O yüzden daha önce araştırdığımız gibi direksiyonu Keramoti’ye
doğru çeviriyoruz, 35 dakika sonra bu küçük kasabadayız ve neredeyse her saat
başı olan feribota biniyoruz, deniz yolculuğu yaklaşık 30 dakika sürüyor-yolcu
dahil 23 euro.
Bildiğimiz adalar gibi değil burası, yaklaştıkça adanın yüksekliği ve
genişliği şaşırtıyor, filmlerdeki kayıp adalar gibi yüksek ve yeşil bir dağ.
Limenas’a varıyoruz, burası adanın merkezi. Otelimiz Ocean Beach Hotel-Skala
Potemias bölgesinde, doğu istikametinde 20 dakikalık yolculuk gerekiyor ama
adaya ayak bastığımız an doğru yerde olduğumuzu anlıyoruz. 2 dakikalık yolculuk
sonrasında devasa ağaçların oluşturduğu bir ormanın içinde kıvrıla kıvrıla
ilerliyoruz, yol bizi yükseğe çıkardıkça basınç değişiyor, bitki örtüsü
yeşilleniyor, içimize çektiğimiz oksijen daha bir anlamlı oluyor. Yolda 1-2
izleme noktası yada ağır tonajlı araçların trafiği yavaşlatma olasılığına
karşın yol verme noktası yapmışlar, her birinde durup manzarayı izliyoruz,
yalan yok-dehşete kapılıyoruz, olağan dışı görüntüler sunuyor bize tabiat.
Adanın bir özelliği var, çok gerekmedikçe betonarmeye izin yok!!
Harikulade bir yapılaşma neticesinde insanlar sadece kendilerine tabiatın
verdiği ölçüde büyüklükte oteller-evler inşa etmiş, etrafa bir zarar yok,
dengeyi değiştirmeye çalışan yok. Pek mutluyuz.
Otelimizi Stavros adında bir Yunan kardeş işletiyor, odalar temiz, kahvaltı
yeterli, minibar gayet uygun. Odadaki balkona çıktığımızda işler değişiyor,
ülkemizde böyle atmosferde bir balkonu olan odaları muhtemelen bin(1000)
TRY’den aşağı vermezler. Arkamız, sağımız, solumuz yakın orman, önümüz zeytin
ağaçları ve yaklaşık 500 metre yeşillik sonrası masmavi bir deniz. Adada ne
yaparsanız yapın, gecenizin sonunu bu balkonlarda birşeyler içerek
nihayetlendirin. Bambaşka bir keyif.
Yemek;
Simi Restaurant, Yorgo adında bir adam bizi “hoş geldin komşu” nidalarıyla
karşılıyor, çok geçmeden kabak kızartması ve cacık ile Yunan tarihinin yazdığı
en muhteşem uzoyla sarılmış şekilde buluyoruz kendimizi. Müthiş yardımseverler,
hizmet kalitesi üst seviyede.
Kısa geçeceğim; mantar fırın ve kabak kızartma şahane, ahtapot, patlıcan
biraz zayıf, uzo’nun en iyi hangisi deyince birkaç çeşit deneme fırsatı
buluyorum, Babayari adını verdiğimiz uzo, yeryüzünde Rakı’ya en yakın ve en
dokunaklı dost.
Gecenin kraliçesi sardalya ızgara. Asıl sürprizi hesap gelirken yaşıyoruz,
özel bir tatlı ikramıyla birlikte komik bir hesap geliyor, detayını
incelediğimizde hiçbirşeyin eksik yazılmadığını görüyor, üzülsek mi, sevinsek
mi bilemiyoruz.
Bir başka akşam kalamar tava ve kabak köftesi ile başlıyoruz, thassos
salatası ve uzo meze tabağı ile devam ediyoruz, porsiyonlar gerçekten çok büyük
ve ciddi lezzetli, fiyat-performans üst düzeyde.
Birçok restaurant deneyiminden sonra solo’yu burada yapıyoruz, ahbap
olduğumuz işletme personeline veda vakti bir merasim havasında geçiyor,
uzolar-şaraplar öncesinde şefin tavsiyesi özel mevsim balık çorbası, harikulade
bir karides ve musakka ile kapanışı yapıyoruz.
Yorgo ile görüşmek üzere.. Mutlaka bir yerlerde..
Taverna İrene, Potos bölgesinde olan yine tavsiye üzerine gittiğimiz bir
yer, plajın hemen yanında bölge insanının şartsız yönlendirdiği yerdeyiz, bayan
şef garsonla uzun müzakereler sonucu siparişler geliyor, feta cheese’li domates
salatası, özellikle domatesler damak çatlatıyor, kalamar dolma hayretler içinde
bırakıyor, ciddiyim, böyle muhteşem bir porsiyon bu fiyata ne gördüm ne duydum,
alt tarafı biraz sert olmasına rağmen iç dolgusu özenle yapılmış, eriyor
ağızımızda, güneşte kurutulan sundry ahtapotun çok sert olabileceği için normal
bir ahtapot ızgara geliyor masaya ve o anda işler değişiyor, bu hayvana ne
yapmışlar da böyle yumuşatıp lezzetlendirmişler anlamak mümkün değil, lokmaları
yerken sanki vücut titriyor, kasılmalar oluyor, tüm marinasyon ile
özdeşleşiyorsunuz, bu gerçekten açıkça hayatımda yediğim en olağan üstü
ahtapot. Sonrası yok.
Taverna Elena, Panagia köyünde, oğlak çevirmesiyle ve kuzu
sakatatıyla(kokoreç dahil) ün salmış bir mekan, yine gayet hesaplı ama yine
alışılagelmişin dışında lezzet sunan özellikli bir restaurant. Oğlak etine
çatalı taktığımda nefesim kesildi, evet mecburen oldukça yağlı ve gerçek et
porsiyonun belki %30’uydu ancak o lezzet ve lokum gibi süt kokusu ciddi olarak
söylüyorum ayaklarınızı yerden kesebilir, kokoreç standardın kesinlikle üstünde
fakat komple sakatat getirdikleri için diğer kuzu sakatatı biraz yavan
kalabilir. Birazdan anlatacağım köyün güzelliği ile birleşince bambaşka bir
hikaye çıkıyor ortaya.
İçmek;
Adanın genelinde uzo-şarap-bira neredeyse eşit oranda tüketiliyor.
Uzolardan Bapbatiannh(Barbayani), bira olarak Mythos, şarap olarak lokal tüm
şaraplar diyebilirim, heryerde içilebilir ama plajda, restaurantta, balkonda
hepsini yerine göre ve dozajında içmenin faydası var. Yeter ki radyoda Kostas
olsun, Nikos olsun..
Ve Plajlar;
Porto Vathy. Söyledikleri gibi çok bozuk ve zahmetli bir yolu var,
kiraladığımız kamyonvari aracımız herşeye dayanıyor, ama bu yolun birşeye
değmesi lazım, ilk olarak önümüze bir cennet çıkıyor;
Saliara Beach, 300 metre daha ilerliyoruz ve karşımızda efsane;
Saliara Beach, 300 metre daha ilerliyoruz ve karşımızda efsane;
Marble Beach; manzarayı, kumu, denizi görünce ağlayacak gibi oluyoruz, adada
mermer madeni çıkıyor ve bu mermer parçalarının ufalanmış taşlarıyla adanın
doğal olan inci kumu birleşmiş ve olağanüstü bir plaj çıkmış ortaya, denizin
bembeyaz dibi gözüküyor, herşey doğal akışında, nefes alıyoruz, insan ölümsüz
olabileceğine bile inanabilir burada. Yeni bir tesis yapılıyor buraya, tuvalet-kabin-bar
gibi ihtiyaçlar için gerekli tabiki, ve yolun da yapılması gerekiyor. Saliara
beach için de bir tesis ihtiyacı çok net.
Marble Beach yoluna sapmadan hemen önce Makryammos Bungalov isimli bir
tesis var, tavsiye üzerine buraya giriyoruz, girerken kişi başı 3 euro
veriyoruz ancak sahilde şezlonga 7 euro daha isteniyor. Denizi ve kumu kötü
olan buraya daha fazla prim vermeden uzaklaşıyoruz.
Adanın 90 plajının olduğu söyleniyor, bunlar arasında sadece denizden
ulaşılabilen koylar da var tabiki, şimdi biz en janti tesise gidiyoruz, La
Scala Beach. Burada herşey organize, yine samimi, güzel bir deniz, güzel
minderli şezlonglar-şemsiyeler ve tabiki bedava. Bir içecek almak yeterli.
Maalesef yüksek denilecek bir müzik var burada, diğer herşey muhteşem.
Paradise Beach’e iniş yolu arabayla biraz zahmetli olsa da muhteşem bir kum
ve keyifli bir plaj sizi bekliyor, tesis ve tüm imkanlar mevcut.
Aliki Beach adanın güney doğu tarafında, enfes bir koyda bulunan plaja yaya
iniş yolu da bir hayli keyifli ve sürprizlerle dolu.
Psili Ammos adanın tam güneyinde Potos tarafında, tam keyfe keder bir plaj,
tesisler-incekum-harika deniz yani aradığınız herşey mevcut burada, gülümsemek
istiyorsanız doğru yerdesiniz..
Merkez-Kasabalar-Köyler;
Limenas; Adanın merkezi burası, Keramoti’den feribot buraya yanaşıyor ve
hayat buradan başlıyor, Simi Restaurant-max 30 dakikalık mesafedeki onlarca
muhteşem otel, birçok yeme-içme alternatifi, her yolun buraya çıkması, velhasıl
kelam güneş buradan batıyor, beyaz şarap ile…
Limeneria-Potos; Adanın diğer merkez noktası, tam güneyde kalıyor, hiçbir
kara bağlantısına yakınlığı yok, özellikle Potos kasabasının kesinlikle
görülmesi gerekiyor, adaya özgü ve ada üretimi bal’lar reçel’ler burada cazip
fiyatlara satılıyor, her çeşidini görebilirsiniz, hatta yol kenarında bir çam
dibinde rastladığınız teyzeden gerçek hakiki kestane balı bile alabilirsiniz.
Taverna Irene burayı zaten farklı kılıyor.
Panagia; Adanın diğer köyleri bir yana, burası bir yana. Çok ilginç bir
detay var, adanın dağ kısmından bir şekilde gelen kaynak suyu bu köy
bölgesinden fışkırıyor ve bunu engelleyemiyorlar, köyün neredeyse her yerinden
fışkırıyor su, evlerini-kahvehanelerini-parklarını-çeşmelerini bu suya göre
inşa etmişler ve oldukça mütevazi şekilde yaşıyorlar. Her evin yanından su yolu
yapılmış ve oğlak ve kuzu yetiştirip bununla geçiniyorlar. Köyün görsel kudreti
dışında bizlere daha yakın olan oğlak-kuzu lezzetleri üzerine de çalışmaları
mevcut, kaldı ki sıradışı bir manzarayla bu köye varıyorsunuz, yani neresinden
bakarsanız hayalinizdeki yaşam biçimi oluyor burası.
Hemen yanındaki Potamia köyü her ne kadar Panagia’dan daha kalabalık olup
yine keyifli manzaralar sunsa da ve bitmek bilmeyen şirin yokuşları olsa da
Panagia’nın gölgesinde kalmakta.
Selanik;
Dönüşte yine Selanik’e arabayı bırakmak zorunda olduğumuz
için fırsatı kaçırmıyoruz tabiki, Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ün doğduğu evi ziyaret ediyoruz, , evin yanında Türkiye Selanik
Büyükelçiliği mevcut, biraz da bu yüzden kapıda bir otobüs çevik kuvvet sürekli
nöbet tutuyor, eve girdiğimiz an kendiliğinden dökülen gözyaşlarımızın ardından
tüm detayları inceliyoruz, ...
Selanik bize 1970’lerin İzmir’ini çağırıştırıyor, yıkık dökük binalar, eski yapılar, kalabalık diyebileceğimiz bir nüfus, adım başı pastane, sahilde genç nüfusun şenlendirdiği bar’lar..
Mühim Not;
-Adaya yılın iki zamanı gidilir; 01
Mayıs – 15 Haziran arası yada 15
Eylül-30 Ekim arası.
Eğer yazın ortasında buraya giderseniz bu yukarıda yazdığım keyifli
dakikaların neredeyse hiçbirisini yaşayamazsınız, bu çok net, burası çok bakir
ve neredeyse yüzbinlerce insan buraya gelmek için can atıyor. Plajlar çok
kalabalık olur, otellerde yer bulamazsınız, restaurantlarda lezzetleriniz eksik
kalır. Deniz suyu sıcaklığı varsın soğuk olsun, ama keyfiniz daim olsun..